Üretim Odaklı Olmak
Mezun olduktan sonra ister üniversite ortamında isterse piyasada arge ekseninde karşılaşacağınız bir husus, üretim odaklılıktır. Bu konunun farklı yönlerini irdelerken, bilim ruhunun nasıl öldürülebileceğine ve bunun karşısında o ruhu koruyup güçlendirmek için neler yapılabileceğine değinmek istiyorum.
Doktorayı bitirdikten sonra eğer bir şirkette çalışıyorsanız, doğal olarak sizden, neticede paraya dönüşecek bir şeyler araştırmanızı veya geliştirmenizi isterler. Bu doğal durumun Türkiye ve Türkler özelindeki uygulaması, geri dönüşün 2 yıl, en fazla 5 yıl, olmasını gerektirir. Yani eğer geliştirmek istediğiniz şey firmaya 2-3 sene içinde kâr getirmeye başlamayacaksa, onun yerine ARakla-GEtir yapmanız istenir. Ya fuarlardan ya da başka firmaların başarılı olmuş ürünlerinden kopyalar çıkartmanız istenir.
Eğer akademideyseniz, sizden uygulamaya yönelik projeler üretmeniz, endüstriyle işbirliği içinde olarak elle tutulur ürünler geliştirmeniz beklenir. Akademik unvan almanız da, yine benzer somut olgulara endekslenmiştir.
Peki bunlar kötü mü? Aslında mutlak anlamda kötü demek doğru değil, elbette. Fakat şurası da bir gerçek ki hatırı sayılır bir akademik kitle, kendilerini veya işbirlikçilerini üretken göstermek için proje ve makalelerde işin ehli olmayan veya yapılan işte hiç payı olmayan isimleri yazıyor. Görüntüde ürün ve üretim var ama pratikte koca bir yalan. Yani bilim olmadığı gibi bilim görüntüsünde etik yolsuzluk var.
Eğer bu tutum, rönesans ve takip eden süreç içinde olsaydı, bilim bugün geldiği yere gelemezdi. Aynı zaman diliminde dîni beton "ürünlere" indirgeyen anlayış, bilimin de içini, "üretkenlik" söylemleriyle boşaltmış olurdu.
Bunlar haricinde, bilim ve hür düşünce birbirinden ayrılmaz et ve tırnak gibidir. Üretkenlik adı altında düşüncelere kısıt getirilmesi, hele bunun 2-3 sene gibi gayet kısa bir süreye hapsedilmesi, miyop akılların başarılı görünmesini, daha derin ve büyük resme bakan bilim insanlarının ise işe yaramaz görünmesini sağlar. Bu durumdan ilk darbeyi yiyecek de temel bilimlerdir. Ki zaten Türkiye'de temel bilimler, son 10 yıldır bitkisel hayata girmiştir.
Pekiyi bütün bunlar karşısında nasıl hem üretken olup hem de hür düşünce canlı tutulur? Bunun cevabı, üstünüze vazife olmayan ama içinizden gelen konularda, başkalarından destek beklentisinde olmadan adım atmaktır. Daha edebî ifadesiyle, sıradışı araştırmalarınızı yapabilmek için sıradan araştırmalarınızı sürdüreceksiniz. Eğer herkesle paylaşılabilecek bir ürün oluşursa, ilgilenen bir şekilde çıkar.
Doktorayı bitirdikten sonra eğer bir şirkette çalışıyorsanız, doğal olarak sizden, neticede paraya dönüşecek bir şeyler araştırmanızı veya geliştirmenizi isterler. Bu doğal durumun Türkiye ve Türkler özelindeki uygulaması, geri dönüşün 2 yıl, en fazla 5 yıl, olmasını gerektirir. Yani eğer geliştirmek istediğiniz şey firmaya 2-3 sene içinde kâr getirmeye başlamayacaksa, onun yerine ARakla-GEtir yapmanız istenir. Ya fuarlardan ya da başka firmaların başarılı olmuş ürünlerinden kopyalar çıkartmanız istenir.
Eğer akademideyseniz, sizden uygulamaya yönelik projeler üretmeniz, endüstriyle işbirliği içinde olarak elle tutulur ürünler geliştirmeniz beklenir. Akademik unvan almanız da, yine benzer somut olgulara endekslenmiştir.
Peki bunlar kötü mü? Aslında mutlak anlamda kötü demek doğru değil, elbette. Fakat şurası da bir gerçek ki hatırı sayılır bir akademik kitle, kendilerini veya işbirlikçilerini üretken göstermek için proje ve makalelerde işin ehli olmayan veya yapılan işte hiç payı olmayan isimleri yazıyor. Görüntüde ürün ve üretim var ama pratikte koca bir yalan. Yani bilim olmadığı gibi bilim görüntüsünde etik yolsuzluk var.
Eğer bu tutum, rönesans ve takip eden süreç içinde olsaydı, bilim bugün geldiği yere gelemezdi. Aynı zaman diliminde dîni beton "ürünlere" indirgeyen anlayış, bilimin de içini, "üretkenlik" söylemleriyle boşaltmış olurdu.
Bunlar haricinde, bilim ve hür düşünce birbirinden ayrılmaz et ve tırnak gibidir. Üretkenlik adı altında düşüncelere kısıt getirilmesi, hele bunun 2-3 sene gibi gayet kısa bir süreye hapsedilmesi, miyop akılların başarılı görünmesini, daha derin ve büyük resme bakan bilim insanlarının ise işe yaramaz görünmesini sağlar. Bu durumdan ilk darbeyi yiyecek de temel bilimlerdir. Ki zaten Türkiye'de temel bilimler, son 10 yıldır bitkisel hayata girmiştir.
Pekiyi bütün bunlar karşısında nasıl hem üretken olup hem de hür düşünce canlı tutulur? Bunun cevabı, üstünüze vazife olmayan ama içinizden gelen konularda, başkalarından destek beklentisinde olmadan adım atmaktır. Daha edebî ifadesiyle, sıradışı araştırmalarınızı yapabilmek için sıradan araştırmalarınızı sürdüreceksiniz. Eğer herkesle paylaşılabilecek bir ürün oluşursa, ilgilenen bir şekilde çıkar.
Comments
Post a Comment